Ege Üniversitesi (EÜ) Etnografya Müzesinde, “Müze Söyleşileri” kapsamında “Kendisi Tatlı, İşlevi Tatlı Şeker Kaşıkları/Elekleri” söyleşisi düzenlendi.
EÜ Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen ve moderatörlüğünü EÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haluk Sağlamtimur’un yaptığı söyleşide konuşmacı olarak EÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hale Okçay yer aldı. Söyleşiye; EÜ Etnografya Müzesi Müdürü Dr. Öğr. Üyesi Dilek Maktal Canko, akademisyenler, koleksiyon meraklıları ve öğrenciler katıldı.
Gümüş şeker kaşıkları koleksiyoneri olan Prof. Dr. Hale Okçay, sunumuna koleksiyoner olma hikâyesini anlatarak başladı. Prof. Dr. Okçay; “Yaklaşık 35 sene önce çay süzgeci olarak Selçuk’ta eski bir antikacıdan aldığım iki kaşıkla başlayan bu yolculukta, bu sempatik objelerin kültürel ve estetik fonksiyonlarını araştırmaya başladım. Araştırmalarım gösterdi ki, bu kaşıklar ilk kez 17’nci yüzyılın başında Fransa’da tarihsel kayıtlara geçen ilk yapıldığında altın sonrasında gümüş olmak üzere aristokratik mutfak objeleri olarak karşıma çıktı. Bu kaşıkların çok enteresan bir gelişimi var. Fransa’da krala, aristokratlara gümüş şeker kaşığı yapabilmek için kuyumcuların, gümüş ustalarının kraldan onay alması gerekliymiş bu da kaşıkların enteresanlığını katlayan tarihsel bir zenginlik olarak karşımıza çıkıyor” dedi.
“Gümüş şeker kaşıkları, sosyal statü göstergesi olan objeler”
Başlangıçta zanaatkârın tasarımlarını gösteren kaşıkların zamanla endüstri ürününe dönüştüğünü söyleyen Prof. Dr. Okçay, “18’inci yüzyılda Fransa’da altın çağını yaşayan delikli kepçe formunda gümüş mutfak gereçlerinin temel işlevi, tatlı meyve ve pastaların üzerine şeker elemekti. Bir kepçe ve saptan oluşan formun desen ve sap süslemeleri özellikle 18’inci yüzyıl üretimlerinde bir sanat eseri gibiyken, 19’uncu yüzyılın sonlarında endüstrileşmenin hızlanması ile bu kaşıklar tek tek elde işlenmekten fabrikada döküm tekniğine doğru evrilmiştir. 19’uncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, kaşık yapılarının eskiye göre inceldiğini, küçüldüğünü, gümüş gramajının düştüğünü, altın vermeyden tasarruf edildiğini daha sonra da bir endüstriyel ürün olarak elde işlenmekten ziyade fabrikada makine baskısıyla ürünün elde edildiğini görüyoruz. Burada da tek tek zanaat üstü yapılan tasarımdan artık o tasarımları taklide yönelmiş endüstrinin ayak seslerini bize ifade eden, tek tipleşmeye başlayan kaşıklarla karşılaşmaya başlıyoruz. Kaşıkların hususiyetlerinde çok tipik bir özellik var. Bu kaşıklar, aristokratik yapıya hizmet eden, aslında bir sosyal statü göstergesi olan objeler ” diye konuştu.
“Kaşıklar bir kültür unsuruna dönüştü”
Söyleşide 80 parçadan oluşan gümüş şeker kaşıkları koleksiyonu hakkında bilgi veren Prof. Dr. Okçay; “Bir koleksiyoncu için önemli olan ‘nadirlik’ kıstası, her takımda bir tane olmak üzere üretilmeleri ve kaşığa sahip olan aristokratın inisyalinin kaşığın sapına işlenmesi gibi hususiyetler olarak karşımıza çıkıyor ve bu durum o kaşığın değerini artırıyor. Yüzyıl kadar önce şeker endüstrisinin gelişmesiyle mutfaklarda işlevini tamamlayan bu kaşıklar artık kültür tarihinde yerini almıştır. Bu nedenle hem işlevi hem de kendisi tatlı olan bir kültür unsuruna dönüşmüşlerdir” dedi.
Prof. Dr. Hale Okçay, söyleşinin ardından katılımcıların koleksiyonuyla ilgili sorularını yanıtladı. Etkinlik sonunda Dr. Öğr. Üyesi Dilek Maktal Canko, Prof. Dr. Hale Okçay’a “Teşekkür Belgesi” takdim etti.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Bir Cevap Yaz